6 Aralık 2012 Perşembe

VALS

 BİR ' ÖTEKİ ' KADIN

Sevgilimdi.

Gözleri öyle alev alev... ne zaman gözlerinin içine baksam, bir mucize olur, sanki zaman tüneline girmişim gibi, bilmediğim, tanımadığım zamanların hoşluğunda yitip giderdim... Gülünce yaz gecelerinin o efsunlu sıcaklığı sarardı içimi.
O, sevmeye doyamadığım,
O, 'gitme!' demeğe kıyamadığımdı.
Üniversitede tanışmıştık. İstanbul'da. Mimar Sinan'da, aynı fakültede okuyorduk. Dilinde söyleyecek sözü, kalbinde hayalleri olan iki Kürt, iki gençtik. Bıçak sırtı zamanı paylaştık onunla. İnandığımız ne varsa, özgürlük tutkusunu, yoldaşlığı, insanın mutluluğuna dair hayallerimizi paylaştık. Yaralarımızı gösterdik birbirimize. Yaralarımızı sardık. Endişelerimizi, korkularımızı, acılarımızı, sevgiyi paylaştık. Aşkı paylaştık Sırat Köprüsü'nde dansedercesine!

Zor zamanlardı. Toplantılardan, eylemlerden, işkenceli gözaltılardan, cezaevlerinden sonra birbirimize koşardık... yorgun, yaralı, nefes nefese...

Hiç ayrılmadık birbirimizden. Gittiği ana kadar... İki aşk vardı kalbinde. Bir yanında dağlar, bir yanında ben. Çok düşündüm sonraları, 'gitme!' deseydim ona, 'ne olur gitme!' deseydim, yine de gider miydi?' diye... Aslında cevabını bildiğim bir soruydu. Şöyle fısıldardım içime, 'giderdi, yine de...' Aklı dağlara takılmıştı bir kere. Gönlü dağlara düşmüştü. 'Gitmezsem eğer, hep pişman yaşarım hayatı' demişti son gecemizde. 'Kaç arkadaşımız gitti, kaç arkadaşımızı yitirdik! Suçlu gibiyim, farklı bir ateş yanıyor içimde...' demişti. 'Korkuyorum, yalan yok. Ölmekten de, öldürmekten de korkuyorum! Ben hiç bir canlıyı bilerek öldürmedim ki... bir tavuk kesmedim mesela. Ne bileyim bir köpek taşlamadım çocukluğumda bile... bir kuş vurmadım sapanla...'

Susmuştuk. Kelimeler boğazımızda dizi dizi. Ağladık sonra. Öyle, eşkere. Gözyaşlarımızı saklamadan birbirimizden. Bir ara elimden tutup, 'dansedelim' dedi. Önce ağır ağır dönüp durduk. Sonra kendimizden vazgeçercesine vals yaptık. Semazenlerin dansına benziyordu valsimiz. Tanrıya itaat eder gibi, aşka itaat ettik! Döndük ayrılığın etrafında! Bir trans haliydi, halimiz. İçimizdeki aşkla buluştuk... valsin adı asktı, aşkın adı vals..!

Gitti. Sabahın alacakaranlığında. Sokağın köşesini dönüp, kaybolduğunda ben de kayboldum hayatın içinde.
Kaç gün, kac ay, kaç yıl, bir haber bekledim. Bir selam, bir satırlık not... gelmedi. Hergün, yüreğim ağzımda haberleri izledim. Her çatışma haberinde kalbim duruyordu sanki. Televizyonlara yansımayan söylentilere kulak kabartıyordum.
Ne kadar da kolay söylediler. 'Şehit düştü!' dediler. 'Kahramanca savaşarak... bir çatışmada... son mermisine kadar...' dediler...

Kalbimi öyle delip geçti ki o mermiler, öyle paramparça etti ki, acıdan nefes alamadım! Bağırmadım! Ağlamadım! Bedenim taşa kesti! İçimde alev alev bir yangın! Dizlerimin bağı çözülüverdi birden... çöktüm. Kalkamadım... Kaldırdılar. Kimsenin yüzünü hatırlamıyorum ama, kalabalıktılar. Kimse konuşmuyordu, sadece aglıyordular. Bir ben ağlamıyordum...
O gece, el ayak çekildiğinde, bir topaç gibi döndüm durdum kendi etrafımda acıyla! Bende kalan kazağına sarıldım döndüm, ölümle vals yaparcasına! Son gecemizin valsi gibi değil, kendimi dağıtıp, öldürürcesine!

Dokuz yıl oldu onu yitireli. Gideli oniki yıl. Hatta oniki yıl, iki ay. O gittikten sonra, küçücük ellerine yapışıp, ayağa kalktığım kızım, bu kez de hayata bağladı beni. O kadar çaresizdik ki, tek çaremiz güçlü olmaktı.

Çalışıyorum. İşimi seviyorum. Evlenmedim. Çünkü o, hep bizimle beraber. Hep yanımızda. Benim küçük bebeğim artık büyüdü. 11 yaşında. Yakında 12 yaşına girecek. Öyle güzel ki, gözleri öyle benziyor ki, ona bakarken, coğu kez bir zaman tüneline dalıyorum sanki ve orada tanıdığım, hiç unutmadığım onun gözleriyle buluşuyorum... güneşli, pırıl pırıl gözleriyle...
Hiç tanımadılar birbirlerini. Hiç görmediler. Bu yüzden bir yanı eksik... benim de bir yanım eksik, yaralı... Ama, ellerimiz, ellerimizin içinde.

Adı, Hatıra. Adını Hatıra koydum!

Nuray Şen

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder