26 Mart 2013 Salı

KALP SANCISI

MEHMET ŞEN'İN ANISINA

1970 sonbaharında, öğretmen okulunun hemen ardından, tiyatro tahsili için gelmiştim Berlin'e. Mehmet'le yollarımız o günlerde buluşmuştu. Schillerstr.'deki İsçi-Köylü Derneği'nde. 71 baharında Türkiye, ikinci bir askeri darbeyle sarsılırken, geride bıraktığımız arkadaşlarımızın acısı düşmüştü canımıza. İçimiz keder ve endişeyle doluydu. Hem okuyorduk o günlerde, hem alışıyorduk. Bir de, zamanla yarışırcasına, işkencelerden geçirilen, cezaevlerine doldurulan arkadaşlarımız için, anti-faşist eylemler düzenliyor, etkinliklere katılıyor, dergi vb. faaliyetler yürütüyorduk. Devrimciydik. Cesur hayallerimiz vardı. Gözü kara gençlerdik. Ben biraz daha delidoluydum. Hani şu taşı atıp, kafasını altına tutan tarifeden.. Mehmet'le, komite sistemi içinde birlikte çalışıyorduk. Onun delikanlı arkadaşlığına, fedakarca sunduğu emeğine tanıklık ediyordum zaman akıp giderken...

Birgün elimi tuttu. Dedi ki; … hep birini aradım. Nasıl biri diye sorsalar bana, belki tarif de edemezdim. Artık sen varsın. Kalbime göresin. Yani, seni buldum işte... Şimdi desem ki sana, ne yaşarsak yaşayalım bu hayatta, ben hep seninle olmak istiyorum. Sen de benimle olur musun? Elimi, elinin üstüne koydum. Kalbimin sesini dinledim bir süre... tamam dedim. Seninleyim. Ne yaşarsak yaşayalım, seninleyim!

72 Temmuz'unda, kalbimin tüm zamanlarının yoldaşı Doğu geldi hayatımızın karmaşasına. Bir mucize gibi... Kocaman iki siyah zeytin gibi gözlerine, şaşırarak bakıyorduk... Anne-baba olmayı öğretti bize. 'Evlat nedir?' ögretti! Sonra, kalbimin sevgilisi Fırat katıldı aramıza, 75 Temmuz'unda. Ah! Fırat! Fırat! Parmaklarımın ucuyla, yüzünün hatlarına dokunurken; hiç kıyamam... hiç ayrılamam!.. dediğim oğlum. Hayatımızın sevgi ve şevkatini çoğaltan çocuğum! (yedi yıl sonra, bir de yaşam tatlısı kızımız geldi dünyamıza. Hepimizin yüreğinin kıymetlisi!)

Memlekete dönmenin zamanıydı. Hayallerimizin peşinden, 'dışarıda' değil, 'içeride' koşacaktık artık. 75 sonunda döndük. Herkesin hayatı zordu. Biz de çok zorlandık. Hayatın tatlı sürprizlerini de yaşadık. Parasız-pulsuz kaldık bazen, varlıklı zamanlarımız da oldu. An geldi, kavga ettik. kırdık, incittik birbirimizi. Bilmiyorum kaç kez, bir kavganın peşinden, çarpıp kapıyı çıkıp gittik de. Öfke geçip, sular durulunca, kalbimiz yeniden geri getirdi gideni... Çünkü aşk vardı hayatımızda. Aşkı, kendimizde hep tutkuyla yaşattık ve o aşkla yürüdük fırtınaların içine, 23 yıllık beraberliğimizde...

Doğrularımızla birlikte, yanlışlarımızda oldu. Sadece kendimize zarar veren, sadece bizi vuran hatalar... hatta dönüp dolaşıp, tekrar yaşadığımız hatalar... gün oldu, kompleksli, kıskanç insanların ne kadar tehlikeli olabildiğini gördük. Yine de biz, insanın ve aşkın gücüne inandık! Mevsimlik, kimyası naylon 'çakma' dostlar da oldu ortamımızda. Ama, kıymetli olan, arkadaş gibi arkadaşlarımızın o sıcak sevgilerinin, eşsiz lezzetiydi! Bu lezzetin, yaşam iksiri olduğuna iman ettik!
 
Ölüm ikliminde yaşıyorduk! Kefen hepimizin boynundaydı! Ama bize öyle gelirdi ki, biz, koca bir dünyayı sığdırmıştık içimize! O dünyanın kalbinde, özgür Kürdistan nefes alıp veriyordu... Uçsuz bucaksız denizlerin aydınlığına batırıp çıkarmıştık yüreklerimizi... Aşka koşuyorduk! Mehmet, aşka koşuyordu! Kanatlarının yanacağını bile bile. Ve artık, o reyhan kokusuna, o, sabah yelinde, akşam serinliğinde, yaşlı sokakların tozuna karışan reyhan kokusuna, kan kokusu sinmişti. Devlet, eşkere cinayet işliyordu! Zamanın başbakanı, 'devlet için kurşunu atan da, kurşunu yiyen de şereflidir(!)' diyor, halkımızın katillerine yeni talimatlar veriyordu!

Direnmekten başka çaremiz yoktu. Direndik! Ve ideallerimizin büyüsünden, bir de birbirimizden hiç vazgeçmedik! Verdiğimiz söze bağlı kaldık! Vazgeçmedik, bizi, biz yapan aşktan!

Sonra, Mehmet'i de öldürdüler!

94 baharında, Newroz haftasında, kaçırdılar, işkence ettiler, katlettiler! Devletin zıvanadan çıktığı, Kürt olan herkesin ve herşeyin katline ferman çıkardığı, ağır zamanlardı!

Mart, ne zaman başını uzatsa kapıdan, bir telaş kaplar içimi önce...

Sanki, bir yerlere yetişmem gerekiyormuş da, geç kalmışım gibi... Sanki, gücüm yetecekmiş, bir can kurtaracakmışım da, saniyelerle yarışıyormuşum gibi... Sanki, bir koşu tutturmuşum da, nefes nefese, bir türlü ipi göğüsleyemiyormuşum gibi...

Sonra, bir sarı keder gelir, çöker yüreğimin ortasına... Sanki, ben yapmışım gibi, ellerim ağlar! Sanki, kendi ellerimle... ben öldürmüşüm gibi... bir ağır keder... Bir kalp ağrısı..! bir kalp sancısı zonklar gözümün bebeğinde..!

Seni yitirdiğimde, zaman bahardı...
deli bir rüzgar esiyordu Fırat'tan
sabahlar çılgın çiçek kokusuydu...
Sen ölüyordun! Kalbim seninle ölüyordu!
Seni yitirdiğimde, zaman bahardı...
bir masmavi gülüyordü gökyüzü,
bir kapkara ağlıyordu, bardaktan boşanırcasına
bir dağların kalbi patlıyor, kızgın ateş yürüyordu bedenime
bir yüksek tepelerden, çığlar yuvarlanıyor,
dünya yıkılıyordu üstüme!
Sen ölüyordun! Birşeyler kırılıp, parçalanıyordu içimde
kalbim ölüyordu seninle!
Seni yitirdiğimde, zaman 1994, Mart'ın 26'sıydı...
bademler çiçek açmıştı...
Sen, o mes'um, o bozbulanık bahar akşamında
öyle gitmeseydin eğer -üstelik bir hatır bile isteyemeden-
belki de farklı olacaktı herşey...
birazdan, güzelim Fırat akşamlarını, ıslak çimen ve yosun kokusu saracaktı...
birazdan, sıcak büyüsüyle önümüzde, yaz geceleri akacaktı...
yıldızlar olacaktı, karanlığın sessizliğinde
birazdan,
belki de, çocuklar gelecekti...
saçlarında dağ rüzgarları, gözlerinde ayışığı gülümseyecekti...
birazdan belki de sen, cayıp böyle gitmekten,
yavaşça elime uzanacak, hayata asılacaktın yeniden!
Belki de, yine sırt sırta verip, yüreklerimizi ateşe sürecektik yeniden!
Seni yitirdiğimde, zaman bahardı...
telaşla, hücre hücre tazeleniyordu hayat
kıpır kıpır yeşeriyordu toprak
Sen ölüyordun! Deli bir rüzgar esiyordu Fırat'tan
fırtınalar kopuyordu!
Soğuk bedenin, kollarımda sızlıyor,
gözlerimde yağmur, sığım sığım ağlıyordu!
Dalga dalga çoğalıyordu öfke
dalga dalga bahar parçalanıyordu içimde!
Seni öldürüyorlardı! Sen ölüyordun...
ne yapsam da çaresiz... ölüyordun...
kalbim ölüyordu seninle...!

1971 yılının kaosunda, 'seninleyim' demiştim Mehmet'e. 2011 baharında, yine 'onunlayım'.

Onca kahrı, sitemi, öfkeyi, aşkın tılsımlı gücünü ve deli damarını hasretin içine sığdıran kırk yıllık bir zaman, akıp gitti!

Belaya birlikte atladığımız arkadaşlarımı yitirdim!

Hayatımın cesur yoldaşını yitirdim!

'Yerine ben öleyim!' 'gadan, başım üstüne, belan benim olsun!' dedigim, aşkın şövalyesi oğullarımı yitirdim!

Her birinin anısı, bir ateş topu gibi kalbimin tam ortasında yanıyor!

Şimdi gibi! Henüz şimdi yitirmişim gibi! Öyle taze, öyle amansız...!

NURAY ŞEN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder