10 Mart 2013 Pazar

MATEM ; 'ÖTEKİ' ANNE... II


MATEM ; 'ÖTEKİ' ANNE... II

Yetimdi yavrum.
Fakirliğin zulmüyle büyüttüm onu. Onun bunun tokatıyla, mahallenin eskileriyle...
Yetim büyüttüm kuzularımı. Babalarını kuduz it daladı. Bilemedik. Cahillik işte. Duvar ustasıydı. Eve gelirken it kapıyor bunu. Devlet hastanesine götürdük. Aşı yokmuş, pansuman yaptılar yarasına saldılar. Sonradan öğrendik, kuduzmuş it. Başkalarını da kapmış. Ne fayda, evlerden uzak yarabbim adam, kudurdu öldü, bağıra bağıra!
Dört çocuk, döküldü kaldı eteğime. Oğlum, şuncacık daha, en büyükleri. En küçüğüm memede, 40 günlük... Ev kira, iki oda, bir ara.
Babam, 'Çocukları sahiplerine ver, eve gel, bir tek emzirdiğini getir' dedi. ' Kızımsın, bakarım sana ama beş nüfusu besleyemem' dedi.
Hayatımda ilk defa karşı geldim babama. 'Ölürüm de vermem çocuklarımı kimseye!' dedim. 'El kadar sabiler... zaten allah vurmuş, babasız koymuş, bir de anasız mı kalsınlar! İnsan ciğerinden nasıl vazgeçebilir?' dedim. Babam iyi adamdır, kötü değil de, fakir. Fakirliğin gözü kör olsun!

Konu komşu aracı oldu. Evlere temizliğe gittim, ırgatlığa gittim, büyüttüm kuzularımı. Yatalak bir kadına baktım, tam yedi sene. Çok kahrını çektim, bokunu döktüm. Sinirliydi, yanına çağırır, saçımı çekerdi. Kolay değil tabii, mıh gibi yatağa çakılı yatmak. Kızmadım hiç. Öldü sonra, varsa hakkım helal olsun benden yana.

Ama çocuklarımı okutamadım. Hepsi anca ilkokulu bitirdiler. Büyük kızı kadın berberine koydum diğerini trikoya. Oğlumu araba tamircisinin yanına verdim, iş ögrensin diye. Adam zalim. Vurdumu allah yarattı demiyor. Sade benim çocuğuma değil, kendi çocuklarına da öyle. Çok çile çektik, çok!
Bir huyu var oğlumun, ne zaman dertlense, gelir yatar dizime. Anlarım. Saçlarını okşarım,usul usul, parmaklarımla tararım... yüzünün çizgilerine dokunurum sakinleşene kadar. Bazen de ağlarız, birbirimize göstermeden...

Hiç üzmedi kuzularım beni. Oğlum koca adam oldu, zanaat öğrendi. Bozmadı kendini, ite kopuğa takılmadı. Hep şevkatliydi bacılarına, bana çok düşkündü, hiç kıyamazdı...
Bilirdim. Bir kız vardı gönlünde. Asağı mahalleden, benim kızla trikoda çalışıyorlar beraber. Güzel,
pırlanta gibi kiz. Ama evlenmek para ister. Ev ister, iş ister...
Askerlik gelip çattığında, daha da içine kapandı yavrum. Gitmek istemiyor ya, ne yapsın? Kimse
yok arkamızda, paramız yok, sanımız yok!

'Doğu'da savaş var Kürtlerle' diyorlar, onu da anladığımız yok! Kürt komşularım var, allah razı olsun hepsi de benden iyi. Lakin elden ne gelir?
Gitmeden bir gece evvel, geldi yattı gene dizime. Bir yandan saçlarını taradım parmaklarımla, gizli gizli ağlayarak, bir yandan o, ellerimi öptü, gizli gizli ağlayarak... ' Annem!' dedi. 'Anneciğim, kendini üzüp, perişan etme! Hayırlısıyla gidip geleyim, herşey iyi olacak. Kendi dükkanımızı açacağız iki ortak. Biraz borç harç olacak, olsun, genciz, işi biliyoruz, çalışır kapatırız. Anne … kızla da konuştum. Bekleyecek beni. Anne, gözün üstünde olsun, kanatların üstünde olsun, yalnızlanmasın yokluğumda.. şu askerlik bitince artık, işleri de yoluna koyarsam, isteriz kızı... yani senin rızanla..' dedi.' anne, o benim kıymetlimdir!' dedi.

Bıraktım gözümün yaşını, sel oldu! Sarıldım, öptüm gözlerini, yüzünü! 'Yavrum!' dedim, 'evimin direği, gözümün ışığı oğlum!' dedim. 'Sen ne istersen, bil ki, ben de onu isterim. Hayırlısıyla git, gel hayırlısıyla, merak etme arkanı... sayılı gün çabuk geçer çocuğum, işini de kurarsın, sevdiğini de gelin çıkarırız allahın izniyle' dedim.

Hayallerine kavuşamadı, muradına eremedi oğlum!
Daha kapıyı açar açmaz, anladım!

Bir rüya görmüştüm üç gün evvel. Rüyamda yatıyorum evimizde. Kulağımda acı bir ses... kalkıp dinliyorum. Heryer zifiri karanlık. Karanlığın içinden, 'anne! Anne kurtar beni! Anne! diye bağırıyor oğlum! Soluk soluğa karanlığın içine koşuyorum! Ben yaklaştıkça, ses uzaklaşıyor!Büyüyor karanlık, büyüyor, büyüyor, kıvrılıp bir ip oluyor, boynuma dolanıyor! Nefes alamıyorum! Ağlayarak uyandım. Boğazımda bir ağrı, kalkıp su içecek takatim yok. O sabah kalkamadım. Tam üç gün ateşler içinde yatmışım. Bazen kendime gelir gibi oluyordum, sirke kokuyordu herşey... kızlar başımda ağlıyordu...alnımda ıslak bezler... karanlığın içinde oğlumun yankılanan sesi...

Dördüncü günmüş, ayıldim. Başım dönüyor ama usul usul işe verdim kendimi. Kapıyı çaldılar. Açar açmaz, anladım! Üç kişiydiler. Biri bizim muhtar. Diğer ikisi komutan. Yüzüme baktılar. Gözlerinde ölüm! Karanlık! Soğuk! Avluda insanlar birikmiş... kızlar komşuların arasında ağlıyorlar! Yana çekildim. İçeri geçtiler. Ayakta sallanarak bekledim. Kulağımda bir uğultu... biri üflese yüzüme, düşeceğim.

'Oğlunuz, Türk silahlı kuvvetlerinin şerefli bir üyesiydi, kutsal vatan görevini yerine getirirken, ne yazık ki, şehit oldu!' dedi biri. Konuştular, duyuyorum hepsini... 'başınız sağolsun, vatan sağolsun' dediler. Duydum.
Sendeleyerek birkaç adım attım. Konuşanın önünde durdum.
'Ben, oğlumu size sağ teslim ettim, sağ isterim!' dedim. 'Şan şeref sizin olsun, oğlumu istiyorum komutan!' dedim. Komutan omuzumdan tuttu. Sonra bir uçuruma yuvarlandım! Derin bir boşluğa...
Gözlerimi açmaya çalıştım. Sanki üstlerinde birer kiloluk ağırlık var. Bir tuhafım. Dünya bir tuhaf. İnsanlar doldurmuş evimi. Kızlar başımda. Uyumak, bir daha da uyanmamak istiyorum. Neden toplanmış bu kadar insan? Ne var? Yoksa bugün oğlumun düğün günü mü? Ama davul yok, zurna yok! Öyle, bir rüyanın içinden bakıyorum sanki. Birden bir bıçak atmışlar gibi, bedenim ikiye ayrılıyor! Öyle keskin bir acıyla hatırlayıveriyorum! Düğün değil evimdeki, matem!
Kalkmak istedim, kolumda serum, kalkamadım. 'Kızı' gördüm sonra. Oğlumun 'kıymetlisi', kapının eşiğine oturmuş, gözleri kan çanağı... Gözümle yanıma çağırdım. Geldi. 'sen, benim yüregimin de kıymetlisisin...'dedim. Sarıldı bana, bağırarak ağladı. Sarıldım ona, oğluma sarılır gibi, sesimi içime döküp ağladım!
Birkaç kök reyhan diktim. Yel estikçe, kokusu karışsın diye toprağına... oturup yanıbaşına sanki dizime yatmış gibi oğlum, ıslak toprağını okşuyorum, saçlarını parmaklarımla tarar gibi...
Ben hayatımda, iki defa baş kaldırdım. İlki babama karşıydı. İkincisi, devlete! Babam, fakirdi, çaresizlikten istemedi çocuklarımı... ama, devlet, çaresizlikten değil, kibirinden öldürttü çocuğumu!


NOT: Annelerin diliyle, siyasetin dili ne kadar da farklı. Kim söylerse söylesin, mevcut durumda, 'annelerin gözyaşları dinsin' demenin, herhangi bir temenniden öte, bir kıymet-i harbiyesi yok. Çünkü annelerin acısını dindirmek, yürek ister! Cesaret ister! Fedakarlık ister! Empati gücü ister ki, öteki ile buluşulabilsin... Sağduyu ister ki, adaletli olunabilsin!
Ortada böyle politikacılar var mı?

06.06.2011
NURAY ŞEN


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder