MATEM ; 'ÖTEKİ'
ANNE... II
Yetimdi yavrum.
Fakirliğin
zulmüyle büyüttüm
onu. Onun bunun tokatıyla, mahallenin
eskileriyle...
Yetim büyüttüm
kuzularımı. Babalarını
kuduz it daladı. Bilemedik. Cahillik işte.
Duvar ustasıydı. Eve gelirken it kapıyor
bunu. Devlet hastanesine götürdük. Aşı
yokmuş, pansuman yaptılar
yarasına saldılar.
Sonradan öğrendik, kuduzmuş
it. Başkalarını da kapmış.
Ne fayda, evlerden uzak yarabbim adam, kudurdu öldü,
bağıra bağıra!
Dört
çocuk, döküldü
kaldı eteğime.
Oğlum, şuncacık
daha, en büyükleri. En küçüğüm
memede, 40 günlük... Ev kira, iki oda,
bir ara.
Babam, 'Çocukları
sahiplerine ver, eve gel, bir tek emzirdiğini
getir' dedi. ' Kızımsın, bakarım
sana ama beş nüfusu
besleyemem' dedi.
Hayatımda
ilk defa karşı geldim babama. 'Ölürüm
de vermem çocuklarımı kimseye!' dedim.
'El kadar sabiler... zaten allah vurmuş,
babasız koymuş,
bir de anasız mı
kalsınlar! İnsan
ciğerinden nasıl
vazgeçebilir?' dedim. Babam iyi adamdır,
kötü değil de,
fakir. Fakirliğin gözü
kör olsun!
Konu komşu
aracı oldu. Evlere temizliğe
gittim, ırgatlığa gittim, büyüttüm
kuzularımı. Yatalak bir kadına
baktım, tam yedi sene. Çok
kahrını çektim,
bokunu döktüm. Sinirliydi, yanına
çağırır, saçımı
çekerdi. Kolay değil
tabii, mıh gibi yatağa
çakılı yatmak. Kızmadım
hiç. Öldü
sonra, varsa hakkım helal olsun benden
yana.
Ama çocuklarımı
okutamadım. Hepsi anca ilkokulu
bitirdiler. Büyük kızı
kadın berberine koydum diğerini
trikoya. Oğlumu araba tamircisinin yanına
verdim, iş ögrensin
diye. Adam zalim. Vurdumu allah yarattı
demiyor. Sade benim çocuğuma değil,
kendi çocuklarına da öyle.
Çok çile
çektik, çok!
Bir huyu var oğlumun,
ne zaman dertlense, gelir yatar dizime. Anlarım.
Saçlarını okşarım,usul
usul, parmaklarımla tararım...
yüzünün çizgilerine
dokunurum sakinleşene kadar. Bazen de
ağlarız, birbirimize göstermeden...
Hiç
üzmedi kuzularım
beni. Oğlum koca adam oldu, zanaat
öğrendi. Bozmadı
kendini, ite kopuğa takılmadı.
Hep şevkatliydi bacılarına,
bana çok düşkündü,
hiç kıyamazdı...
Bilirdim. Bir kız
vardı gönlünde.
Asağı mahalleden, benim kızla
trikoda çalışıyorlar beraber. Güzel,
pırlanta
gibi kiz. Ama evlenmek para ister. Ev ister, iş
ister...
Askerlik gelip çattığında,
daha da içine kapandı
yavrum. Gitmek istemiyor ya, ne yapsın?
Kimse
yok arkamızda,
paramız yok, sanımız
yok!
'Doğu'da
savaş var Kürtlerle'
diyorlar, onu da anladığımız yok! Kürt
komşularım var, allah razı
olsun hepsi de benden iyi. Lakin elden ne gelir?
Gitmeden bir gece evvel,
geldi yattı gene dizime. Bir yandan
saçlarını taradım
parmaklarımla, gizli gizli ağlayarak,
bir yandan o, ellerimi öptü,
gizli gizli ağlayarak... ' Annem!' dedi.
'Anneciğim, kendini üzüp,
perişan etme! Hayırlısıyla
gidip geleyim, herşey iyi olacak. Kendi
dükkanımızı açacağız
iki ortak. Biraz borç harç
olacak, olsun, genciz, işi biliyoruz,
çalışır kapatırız.
Anne … kızla da konuştum.
Bekleyecek beni. Anne, gözün üstünde
olsun, kanatların üstünde
olsun, yalnızlanmasın yokluğumda..
şu askerlik bitince artık,
işleri de yoluna koyarsam, isteriz kızı...
yani senin rızanla..' dedi.' anne, o benim
kıymetlimdir!' dedi.
Bıraktım
gözümün yaşını,
sel oldu! Sarıldım, öptüm
gözlerini, yüzünü!
'Yavrum!' dedim, 'evimin direği, gözümün
ışığı oğlum!'
dedim. 'Sen ne istersen, bil ki, ben de onu isterim. Hayırlısıyla
git, gel hayırlısıyla, merak etme
arkanı... sayılı
gün çabuk geçer
çocuğum, işini
de kurarsın, sevdiğini
de gelin çıkarırız allahın
izniyle' dedim.
Hayallerine kavuşamadı,
muradına eremedi oğlum!
Daha kapıyı
açar açmaz,
anladım!
Bir rüya
görmüştüm üç
gün evvel. Rüyamda
yatıyorum evimizde. Kulağımda
acı bir ses... kalkıp
dinliyorum. Heryer zifiri karanlık.
Karanlığın içinden,
'anne! Anne kurtar beni! Anne! diye
bağırıyor oğlum!
Soluk soluğa karanlığın
içine koşuyorum!
Ben yaklaştıkça, ses uzaklaşıyor!Büyüyor
karanlık, büyüyor,
büyüyor, kıvrılıp
bir ip oluyor, boynuma dolanıyor! Nefes
alamıyorum! Ağlayarak
uyandım. Boğazımda
bir ağrı, kalkıp
su içecek takatim yok. O sabah kalkamadım.
Tam üç gün
ateşler içinde
yatmışım. Bazen kendime gelir gibi
oluyordum, sirke kokuyordu herşey...
kızlar başımda
ağlıyordu...alnımda ıslak
bezler... karanlığın içinde
oğlumun yankılanan
sesi...
Dördüncü
günmüş, ayıldim.
Başım dönüyor
ama usul usul işe verdim kendimi. Kapıyı
çaldılar. Açar
açmaz, anladım!
Üç kişiydiler.
Biri bizim muhtar. Diğer ikisi komutan.
Yüzüme baktılar.
Gözlerinde ölüm!
Karanlık! Soğuk!
Avluda insanlar birikmiş... kızlar
komşuların arasında
ağlıyorlar! Yana çekildim.
İçeri geçtiler.
Ayakta sallanarak bekledim. Kulağımda bir
uğultu... biri üflese
yüzüme, düşeceğim.
'Oğlunuz,
Türk silahlı
kuvvetlerinin şerefli bir üyesiydi,
kutsal vatan görevini yerine getirirken,
ne yazık ki, şehit
oldu!' dedi biri. Konuştular,
duyuyorum hepsini... 'başınız sağolsun,
vatan sağolsun' dediler. Duydum.
Sendeleyerek birkaç
adım attım.
Konuşanın önünde
durdum.
'Ben, oğlumu
size sağ teslim ettim, sağ
isterim!' dedim. 'Şan şeref
sizin olsun, oğlumu istiyorum komutan!'
dedim. Komutan omuzumdan tuttu. Sonra bir uçuruma
yuvarlandım! Derin bir boşluğa...
Gözlerimi
açmaya çalıştım.
Sanki üstlerinde birer kiloluk ağırlık
var. Bir tuhafım. Dünya
bir tuhaf. İnsanlar doldurmuş
evimi. Kızlar başımda.
Uyumak, bir daha da uyanmamak istiyorum. Neden toplanmış
bu kadar insan? Ne var? Yoksa bugün
oğlumun düğün
günü mü? Ama
davul yok, zurna yok! Öyle, bir rüyanın
içinden bakıyorum
sanki. Birden bir bıçak atmışlar
gibi, bedenim ikiye ayrılıyor! Öyle
keskin bir acıyla hatırlayıveriyorum!
Düğün değil
evimdeki, matem!
Kalkmak istedim, kolumda
serum, kalkamadım. 'Kızı'
gördüm sonra. Oğlumun
'kıymetlisi', kapının
eşiğine oturmuş,
gözleri kan çanağı...
Gözümle yanıma
çağırdım. Geldi. 'sen, benim yüregimin
de kıymetlisisin...'dedim. Sarıldı
bana, bağırarak ağladı.
Sarıldım ona, oğluma
sarılır gibi, sesimi içime
döküp ağladım!
Birkaç
kök reyhan diktim. Yel estikçe,
kokusu karışsın diye toprağına...
oturup yanıbaşına sanki dizime yatmış
gibi oğlum, ıslak
toprağını okşuyorum,
saçlarını parmaklarımla
tarar gibi...
Ben hayatımda,
iki defa baş kaldırdım.
İlki babama karşıydı.
İkincisi, devlete! Babam, fakirdi,
çaresizlikten istemedi çocuklarımı...
ama, devlet, çaresizlikten değil,
kibirinden öldürttü çocuğumu!
NOT: Annelerin
diliyle, siyasetin dili ne kadar da farklı.
Kim söylerse söylesin,
mevcut durumda, 'annelerin gözyaşları
dinsin' demenin, herhangi bir temenniden öte,
bir kıymet-i harbiyesi yok. Çünkü
annelerin acısını dindirmek, yürek
ister! Cesaret ister! Fedakarlık ister!
Empati gücü ister ki, öteki
ile buluşulabilsin... Sağduyu
ister ki, adaletli olunabilsin!
Ortada böyle
politikacılar var mı?
06.06.2011
NURAY ŞEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder